Yeni kurulan girişimlerden yüz milyarlarca dolar değerindeki dev şirketlere kadar herkesin gözü mobil ödemelerde söz sahibi olmak. Mobil ödemeleri bu kadar önemli kılan ne olabilir?
Steve Jobs’un 2007 yılında iPhone ile araladığı bir kapı sayesinde aradan geçen dokuz yılda devasa ve yeni bir ekonomi ortaya çıktı. comScore’un 2016 verilerine göre tüketicilerin dijital platformlarda geçirdiği zamanın yüzde 56’sı mobil cihazlarda harcanıyor. Forrester Research’ün 2015 verilerine göreyse mobil cihazlarda harcanan zamanın yüzde 78’i uygulamalarda geri kalan yüzde 22’si ise tarayıcı üzerinden webde gezinmek için harcanıyor. Domo’dan gelen bir diğer istatistik bize Apple AppStore’dan her 60 saniyede 52 bin uygulama indirildiğini ve IPSOS’un 2015 verileri her bir akıllı telefonda ortalama 36 uygulama kurulu olduğunu söylüyor. Toplam pazarda yüzde 70,8 paya sahip Android işletim sistemi 1,4 milyar aktif kullanıcıya sahip.
Rakamlar aradan geçen zamanla birlikte daha çok sunum ve makalede, giderek artan değerler ile, karşımıza çıkıyor. Okuyucuyu hayrete düşüren ve kimi zaman heyecanlandırıp girişim amaçlı harekete geçiren bu veriler tam bu noktada bu büyük oyunun parçası olmak isteyen herkesin bilgisi veya parası ile içinde olmak istediği, 10 yıl önce hayatımızda olmayan bir ekosistemi ortaya çıkartıyor.
Mobil ödeme yükseliyor
Özellikle son üç yıldır mobil cihazlar üzerinden ödeme almakla alakalı irili ufaklı pek çok sistem ile karşılaşıyoruz. Önce Apple’ın Eylül 2014 tarihinde duyurusunu yaparak sırayla çeşitli ülkelerde hayata geçirdiği kendi ödeme sistemi Apple Pay. Ardından 2015 yılının Ağustos ayında Samsung’un kendi ödeme sistemi Samsung Pay’in gelmesi. Ve yine 2015 yılında Google’ın kendi ödeme sistemi Android Pay’i tanıtması… Şu anda pazarın en büyük üç oyuncusu konumundaki bu teknoloji devlerinin yanı sıra irili ufaklı yüzlerce girişim mobil ödemeler alanında farklı çözümler ile sahaya çıkıyor.
Madalyonun diğer yüzünde ise mobil ekosistemin cazibesini görüp orada olmak isteyen perakende devleri, e-ticaret siteleri, bankalar, GSM operatörleri yer alıyor. Geçtiğimiz günlerde TechCruch’da kaleme aldığı makalesiyle John Mannes bu konuda dikkatimizi farklı bir noktaya çekiyor; “Herkes paranın değil, gücün peşinde” diyor. Mannes mobil ödeme sektörüne hakim olan teknoloji devlerinin diğer oyuncuları endişelendirdiğinin altını çiziyor. Peki, bunun esas nedeni ne?
“Herkes paranın değil, gücün peşinde”
Mannes’in makalesinde bahsettiği “güç” aslında bizim ülkemizde son 20 yıldır finansal sektörümüzün çok iyi kullandığı bir kaldıraç. Müşterinin kullanım bilgisine sahip olmak ve bunun üzerinden müşterinin çıkarına hizmet ederek, bunu sunan kurumun kârlılığını arttıracak, yeni iş modelleri geliştirmek.
Alışverişlerde puan, lira veya mil kazanmak. Bunları belki ilk biz keşfetmedik ama müşteri bilgisi ve alışkanlıkları ile birleştirerek dünyanın en güçlü finansal kart sistemlerini kurgulayan ülkelerden birisi haline geldik. Öte yandan Google reklam alanında bunu uzun yıllardır yapıyor.
Özellikle perakende sektörü için artık işin rengi değişiyor çünkü teknoloji devlerinin sunduğu mobil ödeme teknolojileri bir süper markette kredi kartı ile alışveriş yapmaktan daha kolay ve hızlı bir deneyim sunuyor. Böyle bir çözümü geliştirmek ve uygulamaya sokmak ise çok ciddi yatırım bütçeleri ve uzun soluklu bir maraton koşusu gerektiriyor. Sonunda diğer oyunculara karşı kazanacağınızın garantisi olmayan bir yarış için milyarlarca doları gözden çıkartmaya hazır mısınız?
Üstelik araştırmalara geri dönecek olursak rakamların bizlere söyleyeceği başka şeyler de var. Tüketiciler kişiselleştirilmiş bir deneyim elde etmek isterken güvenlik açısından endişeli davranıyorlar. Skyhook Wireless’in 2015 araştırmasına göre mobil cihaz kullanıcılarının yüzde 35’i fayda sağlayacaklarını bilseler bile konum paylaşım servislerini açmıyor. Localytics Research’ün 2015 yılına ait araştırması akıllı telefon kullanıcılarının yüzde 52’sinin bildirim mesajlarını kapattığını ve cep telefonlarındaki uygulamaların yüzde 25’inin sadece bir kere çalıştırdıktan sonra unuttuğunu ortaya koyuyor. Kısacası tüketicinin güvenini kazanmak ve alışkanlıklarını değiştirmek hiç kolay bir süreç değil.
Türkiye kendi mobil ödeme altyapısına sahip
Bu noktada Türkiye’de geçmişte gerçekleşen NFC denemelerinin bazılarında olumsuz deneyimler yaşandı. Bu deneyimler iyi birer derse dönüştü ve ilgili sektörler uzun yıllardır kurduğu altyapı ve teknolojik gelişim açısından çok daha güçlü bir hale geldi. Bu kapsamda sektördeki oyuncular işbirliğine daha açık bir yaklaşım sergiliyor. Bankalararası Kart Merkezi’nin (BKM) Temmuz 2016 verilerine göre ülkemizde kullanılan toplam 170,9 milyon adet kart tüketici ile kurumlar arasında bir güven bağının oluştuğunu bizlere gösteriyor.
BKM’nin sunduğu Türkiye’nin ilk dijital cüzdanı BKM Express mobil ödeme alanında söz sahibi olmak isteyen tüm taraflar için yüksek maliyet gerektiren süreci ortadan kaldırıyor. Bu şu anda dünyanın pek çok gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerinin içinde yer aldığı coğrafyalarda kimsenin sahip olmadığı bir lüks. Üstelik bu yıl itibariyle tümüyle yerli ödeme sistemimiz olan TROY’un da hayata geçmiş olması sevindirici. TROY ülkemizdeki mevcut tüm POS ve ATM noktalarında kullanılabilecek güçlü altyapısı ile mobil ödemeler alanında çok daha hızlı ve yenilikçi çözümlerin hayata geçirilmesi için güçlü bir platform sunuyor.
Dünyanın en gelişmiş ülkelerinde dahi milyarlarca dolarlık perakende zincirleri müşteriye yakın olma gücünü kaybetmekten endişe duyarken Türkiye’nin bu noktada güçlü bir altyapı kurmuş olması göz ardı edilemeyecek bir fırsat sunuyor. Gerek bankalarımız gerekse BKM’nin işbirliği ve yeni girişimlerin sektöre dahil olmasıyla Türkiye FinTech alanında ciddi bir ekosisteme sahip diyebiliriz. Yapmamız gereken tek şey tüm tarafların ortak hedefler koyarak Türkiye’nin Mobil Ödeme çatısının kurgulanması.
Son olarak bu başarının üstüne bir FinTech etiketi yapıştırıp tüm dünyanın yeni fark etmeye başladığı bir gerçeği Türkiye’nin bilgi ve hizmet ihracı için fırsat yaratabilirsek işte o zaman bu tatlının tadına doyum olmaz.